Cyanotype son zamanlarda oldukça sık kullanılan bir fotoğraf baskı yöntemi. 1840’lara tarihlenen bu yöntemin yeniden rağbet görmesinin sebeplerini araştırmak uzun zamandır aklımdaydı. Aslı Narin’in Krank Galeri’de gerçekleşen Bir Başkası İçin Ben sergisi bu araştırmaya başlamam için harika bir vesile oldu. Bu yazının ilk bölümünde cyanotype’ın yarattığı ihtimallere ve tercih edilmesindeki cazibeli özelliklerine odaklandım. İkinci bölümde ise Narin’in sergisi üzerine bir değerlendirme yazdım. Cyanotype ultraviyole ışıkta pozlanma ile oluşan ve kimyasalların sağladığı cyan mavi ile elde edilen fotoğrafik bir baskı yöntemi. Cyanotype’ın giderek yaygınlaşmasının
önemli sebeplerinden birinin uygulama kolaylığı ve uygun maliyetlerle üretilebiliyor olduğu belirtiliyor (Böcekler 2019). Son dönemlerde DIY (Do it Yourself) kültürünün getirdiği ucuz, benzersiz, kişiselleştirilmiş üretimlerin yükselişteki özerk üretim ve zanaat alanına etkisinin bu ilgiye önemli bir katkısı olduğu yadsınamaz bir gerçek.
Cyanotype’da üretim daha çok zamanlama, ışık ve malzemeyle olan el emeği yoğun bir uğraşı üzerinden kuruluyor.
Teknik olarak melez bir yapı sunduğu ve deneyselliği ön plana çıkardığı için kullanım alanları da çeşitlendiğini söylemek mümkün. Hatta farklı kaynaklar cyanotype’ı fotoğraf baskısı, hem resim hem de bir çizim transfer tekniği olarak kabul edebiliyor. En basit araçlarla da baskıya elverişli olması örneğin; bir objektif olmadan nesnenin fotoğrafik
baskısını yapıyor olması gibi bir özellik cyanotype’ı avantajlı kılıyor. Sanatçının ortayaçıkaracağı olasılıkları, objektifin sınırlandırıcılığından uzaklaştırarak arttırıyor dolayısıyla üretimi özgürleştiriyor. Diğer bir önemli özelliği ise; bu yöntemin doğasının öngörülemez oluşu. Üretim sırasında kullanılan kimyasalların miktarı ve güneş ışığının yoğunluğu
ortaya çıkan görüntüye doğrudan müdahale ettiği için her fotoğraf, üreten için hem yeni bir deneyim alanı yaratıyor hem de çalışma pratiğini sonuç değil süreç odaklı hale getiriyor.
Yukarıda bahsettiğim sebepler bir araya geldiğinde cyanotype’ın fotoğrafın kimi prensiplerinden ayrıldığını yavaş yavaş kavramaya başlıyorum. Cyanotype klasik fotoğraf tekniğinin aksine fotoğrafın mekanı ve zamanı dondurma veya bunları bir kanıt olarak sunma niteliğini ortadan kaldırarak, fotoğrafın öznesini zaman ve mekandan
soyutlayabilme olasılığını da elverişli hale getiriyor. Böylelikle sanatçıya tasarlayabileceği bir oyun alanı bırakıyor. Bu yöntemi bir nevi fotoğrafın kendi içinde yapılan bir yerleştirme veya bir kolaj olarak tanımlarsam sanırım yanlış yapmış olmam. Cyanotype ilk kez İngiltereli bir botanist olan Anna Atkins tarafından kullanıldı. Atkins hem koleksiyonunu yaptığı hem de bilimsel olarak incelediği yosun türleri ve çeşitli bitkileri British Algae: Cyanotype Impressions başlıklı bir fotoğraf kitabında kayıt altına aldı ve bu çalışmayı cyanotype tekniği kullanarak yayınladı. Bugün cyanotype tekniğinin doğayla bütünleşmiş bir biçimde işleyişi yalnızca sanatsal üretimlere ilham olmakla kalmıyor, tabiat-insan ilişkisini yeniden sorgulamaya elverişli bir zemin de hazırlıyor.
“Sadece bildiklerimizi görüyorsak bilmediklerimizi nasıl görürüz?”
Gündüz Vassaf
Bir Başkası İçin Ben sergisinde Narin doğa ve insanın arasındaki benzerlikleri izleyiciye hatırlatıyor ve yıllar içinde birbirinden uzaklaşan bu ikiliyi yakınlaştırmanın yeni yollarını arıyor. Doğanın kendi içindeki uyumlu birlikteliğini sarılmış ağaç kök ve dalları ile ifade ediyor. Tüm bunları uzun zamandır üstünde çalıştığı ve ustalaştığı cyanotype baskılar üzerinden aktarıyor. Narin sergide bir duvara yerleştirdiği birbirinden farklı cyanotype imgeleriyle izleyiciyi
mavi bir ormana sokuyor. Ormanda gördüğümüz dallar ve kökler uzaktan bakıldığında laboratuvardan alınmış birer hücre örneklerini andırıyor. Yakınlaşınca ise bu laboratuvarın bir ağacın çeşitli dallarından alınan kesitlerinin, yani dalların ve köklerin portreleri olduğunu görüyoruz. Sanatçı bu imgeleri bizim için adeta bir büyüteçle
yakınlaştırıp uzaklaştırarak, incelemeye açıyor. Karşılaştığımız imgeler bir su damlasının içine, bir hücrenin çeperine veya evrenin içindeki herhangi bir oval, dairesel ve organik formun içine hapsolmuş gibi duruyorlar. İlk bakışta bir mikroskop kadrajına bakma izlenimini de sanırım buradan edindim. Öte yandan her şeyin mavi renge
boyanmış olması kimi sahnelerin tamamıyla organik olduğu konusunda şüphe uyandırıyor. Baskılarda gördüğümüz doğaya dair görseller, “medeniyet” in arkasında bırakmış olabileceği izleri de akla getiriyor. Bir tel mi bir dala sarılmış, yoksa bir dal ağacı mı sarmalamış, cyanotype’ın maviliklerinde bu soru sessiz bir belirsizlikte kalıyor.
Gerçi bunun bir tel veya bir plastik parçası olması onu doğaya ait bir nesne yapmaktan alıkoyamaz. Çünkü en nihayetinde insan doğanın bir parçası bu yüzden onun ürettiği tüm araçlar da doğanındır. Bu araçları yapıcı veya nahoş kılansa, kendini en “gelişmiş akıl” olarak ilan eden insanın takdiri. Sergide de karşılaştığımız bu muğlaklık, hem
cyanotype’ın ışık ve zamanla yaptığı bir oyunla hem de cyan solüsyonunun verdiği mavinin tonlarıyla pekişiyor.
Sergide sanatçının durduğu doğa ile insan arasındaki uzlaştırıcı rolü ve hatta tam da gözümüzün önümüzde duran ve her zaman es geçtiğimiz gerçekleri tüm şeffaflığıyla ve olabilecek en sade dille anlatması çok etkileyiciydi. Hatta öyle ki kimi zaman bu rolünü izleyiciyle görülenin arasından neredeyse çekilerek yapmıştı. Narin’in burada ustaca bir
hamleyle bitki imgelerini kendi olağanlıkları içinde ona sunulduğu durulukta ifade ederek, fotoğrafın görenin gözünden aktarılması klişesini bir hamleyle yıkıyor. Öyle ki karşı karşıya kaldığımız imgeler görenin gözünden değil adeta öznenin diliyle aktarılıyor. Her ne kadar Narin’in tekniği Atkins’in bir bitkiyi birebir transfer etmesinden
çok daha farklı, kendi kadrajını yaratarak bir araya gelmesi olanaksız kök, dal fotoğraflarını tek fotoğrafta rastlantısal şekilde birleştirme ve geleneksel cyanotype yönteminin dışında daha karmaşık bir süreç içeriyor olsa da, sanatçının oluşturduğu bu doğa kolajı oldukça organik görünen bir fotoğraf serisi sunmayı başarıyor. Öyle ki Atkins’e yapılan; “Gördüğümüz şey bir sanatçının bitkiye dair izlenimi değil, bitkinin yarattığı kendi izlenim” yorumu Narin için de yapılabilir (OpenArtsArchive 2018). Üstelik bu durum bizi; gerçek, yaşayan ve sadece dili olmadığı için bizimle iletişim kurduğunu çoğunlukla unuttuğumuz doğaya dair imgeler üzerinden tekrar çözümlemeye, anlamaya zorluyor.
Climate Change and Museum Futures başlıklı kitapta bütün makaleler aslında hep bir ağızdan aynı şeyi haykırıyorlar. İnsan ve insan olmayan arasındaki iletişimi – ilişkiyi anlamaya odaklanırken bu ikiliyi farklı maddeler olarak değerlendirmenin aksine tek bir vücut olarak görmeyi öneriyorlar. Aydınlanma sonrası ortaya çıkan kültür ve doğayı ayrıştırma dürtüsü; insan olmayan varlıkların hissiz, akılsız ve pasif olarak nitelendirilmesine sebep oldu. Bu durum aynı zamanda biz insanları, insanlık dışında kalan her şeyin kaderini belirlediğini düşünen bir sistemin üyeleri yaptı (Hall 2011). Bu probleme çözüm olarak Latour “ecolozing” kavramını öne sürüyor. Yani doğal ve sosyal
özleri birbirine bağlı ve karmaşık ve karşılıklı bir ilişki olarak görmeyi (Latour 2007). Narin izleyiciye bu önermeyi sergide bulunan video çalışmasıyla adeta onaylıyor. Sergi metninde de birbirleri ile kol kola vermiş tek vücut gibi işleyen ormanın, “bireylerin beslendiği ağları” kopya eden veya benzeştiren bir yanı olduğuna değiniliyor. Bir Arada var Olmanın Kırılganlığı videosu bu yönü oldukça net bir biçimde aktarıyor. Bir orman içinde birbirlerine kenetlenen iki ağacın görkemli iletişiminin görseli, videonun devamında birbirine değen, dokunan ve sarmalanan insan kollarına dönüşüyor. Ağaç dalı ile ağaç dalı, insan bedeni ile bir diğeri… Peki bu ikililerin kavuşacağı, yani diğer bir deyişle ağaç dalı ile insan kolunun, insan ile insan olmayanın bir olacağı ve bunu samimiyetle hissetmeyi başaracağımız bir an gerçekten olacak mı? Serginin ismi bu sorunun cevabıyla ilgili güzel ipuçları verse de henüz bunu söylemek ne yazık ki o kadar kolay değil.
Tüm bu bütünleştirici düşünceler iyi hoş fakat sanki gerçekte uzak ve tahayyüllerimizin dışında, bir yerde hep ikna olmamız gerekiyor gibi… Bu sergi, yıllar önce okuduğum bir kitabı tekrar elime almama sebep oldu. Edwin Abbot’un Düzülke’sinde ana karakter olan 2 boyutlular dünyasının karesi, sürekli 3 boyutlu dünyayı hayal ediyor ve yaşadığı sistem içerisinde bunu hayal etmesi diğer çok kenarlılar tarafından yasaklanıyor. Bir küp olmak o kadar zor mu? Narin tıpkı bu kitaptaki gibi; sergide karşılaştığımız iki boyutlu dünyanın ötesinde bulunan yeni boyutları hayal etmeye bizi itiyor. Ve aslında bunu düşlemenin çokta imkansız olmadığına dair bir mucizeyi diğer bir deyişle, bir aradalığı
ve bir olma arzusunu ağaçların dalları arasından kulaklarımıza fısıldıyor. Öte yandan bizi ikna etme niyetinde, tüm o bütünün bir parçası hissetmemizi salık veren, yoga, meditasyon gibi pek çok öğreti ve düşünce mekanizmasının içinde, doğayı dinlemek izlemek ve gözlemlemenin yeterli olduğunu düşünmek zor. Çünkü diğer tarafta
her birimize dayatılan kendini tanımlama zorunluluğu bizleri bireyselleştiriyor ve doğadan bizi koparan bir yarışa sokuyor. Hepimiz bu dünyaya ait bütünün bir parçasıyız ve hepimiz birbirinden tamamen farklı resmediliyoruz. Tıpkı Narin’in sunduğu kol kola sarılan ağaç dallarının yakınlaştırılmış portreleri gibi. Bir olmayı önerenlerin karşısında, kendini tanımlama derdinin gölgesinde, bir bütün gibi hissetmek yerine ayrıştırılmak oysa ki an meselesi. Narin için mesele buraya kadar geldi mi bilmiyorum fakat bu hissi tekrar değerlendirmeyi önerdiğinde soru oldukça yerinde; sahiden, bir başkası için ben kimim?
T. Melis Golar
Mayıs, 2021
Kaynakça
Böcekler, B. (2019). Başlangıcından Günümüze Cyanotype’ın Tarihsel Gelişimi ve Örnek Bir
Proje:“Istanbul Mavisi”. Art-Sanat Dergisi, (13), 53-86.
Hall, M. (2011). Beyond the human: Extending ecological anarchism. Environmental
politics, 20(3), 374-390.
Latour, B. (2007). To modernize or to ecologize? That is the question. Technoscience: The
Politics of Interventions, 249-72.
OpenArtsArchive. (2018, May 21). Anna Atkins Cyanotype [Video]. Youtube.
https://www.youtube.com/watch?v=pH3onQbfzc4
Vassaf, G. (1992). Cehenneme Övgü (Vol. 25). İletişim Yayınları.
Bibliografya
Abbott, E. A., & Nemli, H. F. (1999). Düzülke: boyutların öyküsü. Ayraç Yayınevi.
Alberro. H. (2019, September, 17). Humanity and nature are not separate – we must see them
as one to fix the climate crisis. The Conversation. https://theconversation.com/humanity-and-
nature-are-not-separate-we-must-see-them-as-one-to-fix-the-climate-crisis-122110
Cameron, F., & Neilson, B. (Eds.). (2014). Climate change and museum futures. Routledge.
Garascia, A. (2019). “Impressions of Plants Themselves”: Materializing Eco-Archival Practices
with Anna Atkins’s Photographs of British Algae. Victorian Literature and Culture, 47(2), 267-
303.
James. C. (2014). The Cyanotype Process. Christopher James. https://www.christopherjames-
studio.com/materials/The%20Book%20of%20Alt%20Photo%20Processes/SAMPLE%20CHAPT
ERS/CyanotypeProcessSm.pdf
Üstün, T. (2019). Mavi huydur bende. Fotoatlas, 27, 62-65
Sergi kredisi: Aslı Narin, Bir Başkası için Ben, Krank Gallery, İstanbul, 2021.
Fotoğraf kredisi: –
Daha fazla bilgi için;
http://www.krankartgallery.com/portfolio/bir-baskasi-icin-ben/
Bu yazı Ağustos 2021’de Untimited dergisinde yayınlanmıştır.