Sanatsal üretim genelde sanatçılar için yalnız geçen bir süreçtir. Çoğu sanatçının kendini izole ettiği, bir konu üzerine derin araştırma ve okumalar yaptığı, üretip yıktığı sonra yeniden inşaa ettiği, düşündüğü, denediği, tekrar ettiği ve başka birçok coşku ve hüsranı içinde barındırır. Bu süreç öyle sancılıdır ki, yalnızlık hem bir ihtiyaç hem de en büyük cezadır. Biz izleyiciler için bu melankolik yalnızlığın sanat tarihinde kırıldığı anlar, sanatçıların bir diğer sanatçıya, eşe, dosta veya bir yakınına yazdığı ve halka mal olan mektuplardır. Bu mektuplar kimi zaman onların ürettikleri eserlere bakarak yaptığımız çıkarımların ötesinde; bize sanatçıların iç dünyalarını açan harika birer ipuçlarıdır. Aynı zamanda bir belge olarak, sanat tarihi ve araştırmacılar için de önemli veriler sağlar ve tarihin yazımında sahici bir akışı mümkün kılar. Mektuplar pek tabii tek
taraflı değillerdir. Sanat tarihi boyunca bu yazışmaları yaratıcı bir sürece çeviren sanatçılarla sıklıkla karşılaşıyoruz. Bu dostane yazışmalar özellikle ressam-heykeltıraş-yazar-mimar- filozof- şair ikilileri arasında geçtiğinde ise okuyucu hazzı istemsizce katlanır. Biraradalıkların oluşturduğu düşünsel ahengin veya zıtlıklardan doğan herhangi bir hararetin, zamanla bu beraberlikleri önemli ölçüde kamçıladığına da şahit olabiliriz. Üstelik bu dert ortaklıklarının mektupları zarflarından çıkıp kamuya açıldığında bir sergi, bir kitap, bir portre resmi veya önemli bir kamusal alan projesine evrildiklerini de görmek oldukça muhtemel. Mektuplar günümüzde geçerliliğini her ne kadar yitirse de, içindeki romantik dilin nesli tükense de paylaşma ihtiyacı her daim mevcut, sadece mecralar ve biçimler farklılaştı.
Peki mecralar değişince sanatçılar yalnızlıklarını hem düşünsel hem de sanatsal bağlamda nasıl giderdiler? Önemli faktörlerden bir tanesi kanımca, sanat piyasasında üretim biçimleri ve düşünceleri bir araya getiren kolektifler. Sebepleri birbirlerinden farklı da olsa, kolektiflerin oluşması ve sayıca artmasında; sanat piyasasının sermaye odaklı tavrı yadsınamaz bir gerçek. Artık benzer dertlere sahip sanat üreticileri, ifade biçimlerini farklı araçlar üzerinden gerçekleştiriyor ve bunu yaparken de çok seslilikten yararlanıyorlar. Melankolik yalnızlık, önce ikili dert ortaklıklarına, şimdi de örgütlü bir paylaşıma dönüştü. İkili bağların yerini kalabalık dayanışmalar aldı. Bu tür oluşumlar dostluk kavramına uzak gibi gözükse de aslında tüm dünyanın farkına vardığı yeni bir kurtuluşun tek yolu olarak beliriyorlar, hatta aynı zamanda küresel değişimlere ve sorunlara odaklanmanın en gerçekçi ve devrimci bir yöntemi de sayılabilirler. Bireyselliği değil çoğulculuğu önemseyen, sadece merkezi değil çevreyi de içine alan bir yapı, hakimiyeti eline almaya başlıyor. Diğer taraftan da iletişim araçlarının gücü ve sosyal medya kanallarının devinimi sayesinde birleşmenin kolaylığı göz ardı edilemez. Şurası çok açık ki; bugün herkesin birbirinden hem direkt hem de daha hızlı haberi var.
Abidin Dino ile Fikret Mualla arasında yazılan mektuplarda sadece sanatsal paylaşım değil yaşama dair dertlerin de önemli bir konu olduğunu görebiliriz. Buna benzer neredeyse arabesk duygusallığa varan alevli dostlukların hala var olduğuna inanmak güç. Paris’te Cabaret Voltaire’de bir araya gelip Dadaizm’in çıkışına vesile olan Hugo Ball ve arkadaş grubunun oluşturduğu gibi aşkın güruhların neredeyse çocuksu bir heyecanla ortaya koydukları birlikteliklere rastlamak da artık zorlaşıyor. Tüm bunlara hisler bireysellikten koptu da denilebilir, küresel sorunlar hislerin dilini kesti de. Bu yüzden sanatçıların bir arada olma motivasyonları da duygulara veya deneyimlere dayalı olmanın ötesine geçerek akademik anlatımlarla herkesi kucaklamaya çalışan daha bilimsel bir formu gözetiyor. Kısaca çoğul bir bilinçlenme şekli işleniyor.
Sanatın hemen hemen her dalında kullanılan mecralar birbiri arasında geçişken bir eğilim gösteriyor ve farklı araçlarla yeni anlatım yöntemlerine duyulan ihtiyaç da giderek artıyor. Kolektif üretimler bu bağlamda yeni dil ve yeni medya arayışlarını da besleyen bir yapı sunuyor ve farklı dallardan insanları içine alıyorlar. Öyle ki; sanatçılar artık yalnız diğer sanat kollarından bireylerle değil, aynı zamanda biyologlarla, yazılımcılarla, sosyologlarla, ekologlarla kafa kafaya verip çalışarak disiplinlerini birbirlerine aktarma fırsatlarını çoğaltıyorlar. Böylece öğrenme ve farkındalık odaklı faaliyetler ateşleniyor. Aynı zamanda, üretim yalnızca bir sürece indirgenmiyor; aksine aktif, yaşayan, katılımcı ve kapsayıcı bir organizma halini alıyor. Kısacası kolektiflerin günümüz perspektifinden bakıldığında pek çok artısı var.
Kolektifler bir anlamda yukarıda sözü geçen geçmişte sanat dünyasında yer edinmiş dert ortaklığına kapı açmanın yanı sıra yardımlaşmak için de bir platform sunuyorlar. Kolektif bağlamında temeli atılmamış fakat bir arada olmayı önemseyen ve destek mekanizması kurmanın fark yaratacağına inanan yeni oluşumlar da gün geçtikçe artıyor. Pandemide şekillenen Omuz; kültür sanat emekçileri için bir dayanışma ve paylaşım ağı olarak kuruldu. Görsel sanatlar alanında çalışan tüm sanat emekçilerinin bu süreçte maddi olarak desteklenmesini hedefleyen Omuz, bu bağlamda destek almak isteyenlerle, destek vermek isteyenleri bir araya getirdi. Platformun gönüllüleri ile yaptığım görüşmede, desteğin karşılıksız olmasının yarattığı birliktelik hissinin özellikle altını çizdiler. Omuz’un ekonomik ihtiyaçların karşılandığı bir platform olmasının yanı sıra; farklı kaynakların da paylaşıldığı bir ağa dönüştürülmesini hedeflediklerini de eklediler. Söz konusu kaynaklar, gıda, sigorta, iş ilanı gibi elzem ihtiyaçlar olabileceği gibi sanat malzemeleri ve referans kitapları gibi farklı alanlara dair takasları da kapsayacak. İsimler yerine niyetlerin öne çıktığı anonim ve demokratik bir sistem belirlenmesine ek olarak, oluşumun bir şekilde sanatseverlerle sanatçıları biraraya getiren ve farkındalık kazandıran pozitif bir yönü olduğunu söylemeden geçmek olmaz. İleriki dönemlerde destek mekanizmasını nasıl çeşitlendirebileceğini sorduğumda ise Omuz gönüllüleri; paylaşım kavramını genişletmeyi ve “Sanatçı ücreti’ neden verilmeli?” veya “Sanat emekçisi” ne anlama geliyor?” gibi kimi soruları sorarak bazı kavram kargaşalarına yanıt aramayı ve oturmamış terimleri tartışmaya açmayı planladıklarını belirttiler. Böylece sanat alanındaki görünmez emeğe dikkat çekmek istediklerini ifade ettiler. Ben bu tür çağrıları sanat dünyasına yazılmış açık bir mektup gibi görüyorum. Yazının başında bahsettiğim yalnızlık hissini gideren yeni çağın romantik mektupları bugünün aktivist ve değişimi öngören toplulukları tarafından revize edilmiş bir biçimde karşımıza çıkıyor.
Yeni dünyanın bize sürprizli zorluklar vadettiğini, pandeminin geniş etki alanından anlamak mümkün. Öte yandan, bu zorlukları yenme gücünü bulacak dinamik sanat ağlarının önemli yapılar olduğunu düşünüyorum. Bu tür oluşumları tüm sanat emekçilerini kollayan ve onların yalnızlık hissini gideren, belki bir mektuptan bile daha ileriye götüren birer dost eli olarak görebiliriz.
Kasım, 2020
T. Melis Golar
Detaylı bilgi için; https://www.magnetc.co/post/sanat-d%C3%BCnyas%C4%B1nda-dostlu%C4%9Fun-yeni-formlar%C4%B1