Paranoid Fanteziler, Sahici Entrikalar sergisi ile Alpin Arda Bağcık hakikat sonrası çağın sıklıkla karşımıza getirdiği komplo teorilerini, Covid-19 pandemisi üzerinden değerlendi- riyor. Son iki buçuk yıldır hepimiz evlerimize kapanmışken, tüm dünyanın deneyimlediği salgının zaman içinde türettiği sayısız olayı, adeta nefesleri kesen bir dizi gibi takip ettik, sergi de bizlere bunun bir özetini sunuyor.
Medyanın bombardıman halinde ve hızlı bilgi üretimi kaynakların sorgulanabilirliğini imkansızlaştırırken, genel geçer kurallar ve bilimsel veriler de önemini yitiriyor. Her geçen gün hakikat sonrası dönemin işaret ettiği görelilik ve bireysel düşünce yüceliyor. Bu da komplo teorilerini kaçınılmaz biçimde hepimizin gündemine yerleştiriyor. Sanki herkes bir haber kaynağı ve söylenilen her şey gerçek, aksinin ispatı da pek mümkün görünmüyor. Bağcık, bu sergi aracılığıyla komplo teorileri ve sağlık endüstrisinin yarattığı muğlaklıklar arasında sıkışmış insanın politik, sosyal ve psikolojik hallerini inceliyor.
Her ne kadar pandemi henüz sona ermiş sayılmasa da tazeliğini kaybetmemiş bu konuyu işleme konusunda sanatçının tercihine başlarda mesafeli baktığımı itiraf etmeliyim. Şimdiki zamandan objektif bir çıkarım sunmak sanatçının gerçeklik arayışını zedeleyebilirdi. Bu noktada Bağcık ile süreç içinde yaptığımız görüşmeler hep sanatçının kendi argüma- nını nereye konumlandıracağı üzerineydi. Bağcık, sergide insan sağlığı üzerine geliştirilmiş komplo teorilerine ve sağlık endüstrisinin propagandalarla giderek tekinsiz hale getirdiği ortama dair bir eleştiri sunmak yerine, buna inanan insanın şüphe dolu zihninde bir gerçeğe tutunma ihtiyacını ele alıyor. Başka bir deyişle, ne komplocuları destekliyor ne de bunları safsata olarak değerlendirenleri yeriyor. Hatta bugün gerçekliği kanıtlanmamış bir komplo iddiasının gelecekte ispat edilebilir bir teoriye evirelebileceğini bile akıllara getiriyor. Bir simülasyon içerisinde olduğumuzu hepimiz yavaş yavaş hissediyoruz ve bize gösterilen işaretler içinden ulaşılması imkansız hale getirilen gerçekleri seçmeye itiliyoruz. Adeta sonu olmayan bir labirentteyiz. Bağcık da yolumuzu kaybettiğimiz bu karmaşık ortamda, iktidar ve güç sahiplerinin bir sömürü mekanizması olarak kullandığı sağlık endüstrisini, yeni kapitaller yaratmak uğruna insan sağlığının hiçe sayılmasını ve beraberinde gelen açıklanamaz tüm gerçekleri olağanüstü komplolarla kapatma çabasını sergideki farklı serileri üzerinden aktarıyor.
Hidroksiklorokin çalışmasında sanatçı 20. yüzyılın başlarında tüm dünyayı etkisi altına alan İspanyol gribi esnasında çekilmiş bir fotoğrafı tuvale aktarıyor. Uzaktan renkli bir resim olarak görünen tuval, yakınlaşınca monokrom bir resme dönüşüyor. Sanatçı optik bir yanılsama ile izleyiciye bir tür komplo kuruyor. Aslında bu illüzyon gözümüzün bize yaptığı bir oyun, sanatçı da resmi aracılığıyla bunu bize aktaran. Tuvale yaklaştıkça sanatçının gerçekliğine geri dönüyoruz, yani uzun süredir çalıştığı monokrom tuvallere. Şimdi gözümüz, renkli şeritler ardında hapsolmuş gri tonlarında bir resim görüyor. Söz konusu gerçeklik oyunu, hem tuval yüzeyinde hem de görselin içeriğinde katmanlanıyor. Sanatçının sergideki tüm serilerinde izlenebilir olan gerçeklik arayışına daveti, bu yapıt özelinde izleyiciyi tuvale yakınlaştırıp uzaklaştırması üzerinden kurgulanıyor. Hareketle birlikte zamansal bir geri sarma ve şimdiki zamana gelme vardiyasına giriyoruz. Her ne kadar tuvalden bize bakan ‘maske savunucularının’ dönem kıyafetlerini uzaktan seçmek zor olmasa da, tuvalin renkli görünümü sanki şimdiki zaman üzerinden bir okumayı öneri- yor. Tuvale uzaktan da baksak, yakından da, İspanyol Gribi’ni de yaşıyor olsak, Covid-19’u da emniyetsiz hissettiğimiz her an bir araya gelerek daha güçlü hissetme arzumuz, cevabı kesin olmayan sorulara yeni gerçeklikler yaratma dürtümüz değişmeyecek. Başka bir deyişle, insan psikolojik ve politik tekrarlarının tezahürü olarak var oluyor. Biz birbirimizin çoğalmış tekrarıyız, tarih de tekerrürden ibaret nasıl olmasın?
Sergide salgın üzerine çeşitlenen komplolara işaret eden Favipiravir serisi komplocuların çoğunlukla rasyonel bir temele dayanmayan argümanlarını desteklemek için farklı teori- leri birbirlerine eklemleme ve ilişkilendirme eğiliminin altını çiziyor. Ortaya atılan iddialar arasında 5G kuleleri, aşı karşıtı protestolar, aşı propagandası, insan vücuduna çip takma iddiası, salgının laboratuvarda üretilmiş yapay virüs olduğu ve aşının kimyasal içeriği bu- lunuyor. Medyanın ortalığı bulandırması, Bağcık’ın bu serisinde de silinen yüzlerde takip ediliyor. Serideki tuvaller ekranda beliren bir haber, baş parmağımızla kaydırıp geçtiğimiz sayısız imgeden sadece birkaçı… İmgeler komplocular tarafından özenle seçilip kendi iddialarıyla birleştirilen bir metinle servis edildiği an, viral bir şekilde yayılmaya başlıyor. Bu da karşılaşılan görüntünün kendine ait olmayan, başka bir hikayenin temsilini üstlen- mesine sebep oluyor. Artık baktığımız görsel ile içerik yeni bir gerçeklik yaratıyor. Aynı anda zamansal doğrusallık da yok ediliyor çünkü, fotoğrafın ait olduğu gerçeklikle bilginin oluşturulduğu zaman birbirine uymuyor. Bu yüzden imge ve içeriğin önemi yok oluyor ve aktarılan bilgiye dair karar, maruz kalan izleyicinin yorumuna kalıyor -en azından hakikat sonrası dönemin önerisi bu-. Dolayısıyla hikayeler de birbirleri içine geçiyor. Herkes kendi fantezisini sahicileştiriyor.
Remdesivir serisi yedi farklı gökyüzü imajından oluşuyor. Bu yerleştirme ilk bakışta diğer serilerden ayrılıyor. Yoğun bir biçimde medyadaki görsel akışı mekân, insan ve nesnelerle ifade eden imgelerin hemen yanında bir nefes alma durağı olarak beliriyor. Bu yüzden belki bir süreliğine bilgi ve görsel yığınından kurtulup izleyiciyi rahatlatıyor. İnsana dair tek referans uçakların bıraktıkları izlerden ya da uzaklarda duran bir elektrik direğinden algılanıyor. Bu ufak ipuçları bile akla bit yeniği sokmayı başarıyor ve gökyüzü imgesinde tekrar bir komplo aramaya itiliyoruz. Bağcık bu seride de ufak bir bükme yaratıyor. Remdesivir basit bir gökyüzü imgesinde karmaşık emeller arayan insanın bakışını bir manzaradan mistik bir şüpheciliğe doğru çekiyor. Chemtrail komplosu olarak geçen, yüksekten uçan uçakların ardında bir süreliğine bıraktığı gökyüzündeki izlerin kimyasal bir püskürt- me olduğu iddiası, salgınla birlikte hastalığın bu şekilde yayıldığı teorisine evrildi. İmajı bir kaynak olarak kullanan Bağcık, Remdesivir serisiyle kendi gökyüzü yorumunu serinin içine gizliyor. Altı adet gökyüzü dünyanın farklı bölgelerinden bir atmosferi resmederken tek bir tuval sanatçının kendi hayalindeki gökyüzünü, komplo teorisinin içine saklıyor. Seri aynı zamanda kafamızı kaldırıp havaya baktığımız olağan bir anı, soru işaretleri dolu yerlere taşıyor. Sanatçı bu seri ile hayal gücünün varacağı noktayı, komplocu zihnin uzanabileceği uçları anlatmak adına ‘sky is the limit’ (uç uçabildiğin kadar) diyor.
Covid-19’un en önemli aktörlerinden biri de Bill Gates olarak kabul ediliyor. Gates, seneler önce salgını öngörmesi ve korunmak için üretilecek olası aşı senaryolarıyla ilgili yorumları nedeniyle günümüzdeki salgında hedef haline geldi. Çoğu komplocunun teknolojik araçların sunduğu verinin gerçekliğinden şüphe duyma veya onları oluşturan bileşenlere güvenmeme özelliği, okları Gates’in üzerine çekiyor. Gates’in teknoloji konusunda önemli bir otorite oluşu onu komplocuların gözünde otomatik olarak günah keçisi yapıyor. Bill Gates vücudumuza çip takabilir, bizi izleyebilir, salgının yayılmasını ve daha pek çok şeyi kontrol edebilir. Bunu medya zaten çoktan yapmadı mı? Bu noktada sanatçının, çalışmanın ismini neden Librium koyduğu anlam kazanıyor. Sergideki tuvallerin hepsi Covid salgının en başında doktorların hastalığın etkilerini azaltmak için önerdikleri fakat sonra- sında hiç bir işe yaramadığı anlaşılan ilaç isimlerinden oluşuyor, Librium hariç. Anksiyete bozukluğu için verilen bu ilaç, zihinleri uyutan medyanın topluma yazdığı bir Kırmızı Reçete1. Medyanın toplumu maruz bıraktığı çok sayıda imge ve bilgi paylaştıkça deforme oluyor. Yedi tuvalden oluşan Librium her kopyada bozulan bir portre serisi olarak karşımıza çıkıyor. Yaratılan dezenformasyon bu yedi tuvalde yankılanıyor. İlk çıkan sözün son kişiye gidene kadar bir tür manipülasyona uğraması üzerine kurulan kulaktan kulağa oyununun resimsel bir anlatımı. Çocukken oynanan bu oyun, son kişiden duyulan cümlenin esprisine dayalıydı. Bugün o cümle, gerçeklik kaymasının tezahürü, üstelik gayet ciddiye alınıyor ve oyun gerçek oluyor!
Paranoid Fanteziler, Sahici Entrikalar sergisi her yönüyle Covid-19 salgınının toplum ve birey üzerindeki etkisinin farklı açılardan değerlendiriyor. Sergiyi sadece salgın üzerin- den analiz etmek yerine, geniş bir perspektifte kitlesel paranoya ve iktidarlar nezdindeki psiko-politikaların kaydını alan bir hafıza2 üzerinden okumak mümkün. Burada salgın; sanatçının daimi gerçeklik arayışına hizmet eden bir ortam sunması ve en güncel konulardan biri olması sebebiyle öne çıkıyor. Aynı zamanda, sanatçının insan algısının de- ğişimi ve psikolojik yansımaları üzerine derin bir inceleme sunma yöntemine uygun bir platform sağlıyor. Bu iki öğenin sergide salgını taşıyıcı bir göreve sokmasına neden oluyor ve sanatçının ana fikri salgın başlığının altına gizlemesini anlaşılır kılıyor. Kilit noktanın toplumun zihinsel ve fiziksel mücadelesi olduğu alt metni tuvallerden göz kırpıyor.
Covid-19 salgını gerçek bir ‘‘hayatta kalma mücadelesini’’ gözler önüne sermişken günümüz düzeni başka bir planda farklı aktörlerin savaşını beraberinde getirdi. Siyasetçiler, toplumun farklı kesimleri, komplo teorileri altında birleşen gruplar, bilim insanları, sağlık endüstrisi ve medya, hepsi büyük salgın sahnesinde rol aldı. Debord gösteri toplumunda, imajların ne gösterdiğine değil, kişiler arasında imajların ilişkilendirmesi sonucu gelişen toplumsal bağlara odaklanıldığının altını çiziyor.3 Gerçeklik herkesin aradığı derin bir olgu. Öte yandan adaletsizlikler, korku ve güvensizlik ortamını kaçınılmaz kılıyor ve belirsizlik hissi herkesi şüpheci hale getiriyor. Bu yüzden, gördüğümüzü anlamlandırmak yerine bir araya gelip bir neden bulmaya çalışıyoruz. Latince ‘beraber nefes almak’4 anlamına gelen komplo kelimesi, bu ilişkiyi net bir biçimde anlatıyor. Yol kötücül bir komplo kurgusu üzerinden gerçeğe ulaşma dürtüsü bile olsa, gerçeklik arayışı daimi. Ben de tüm bunların gölgesinde, Paranoid Fanteziler, Sahici Entrikalar sergisinin; korku toplumunun hezeyanlarından arınmış adaletli bir dünyanın gerçek olabileceğine işaret ettiğini düşünüyorum.
1 Alpin Arda Bağcık’ın 2017 yılında Zilberman’da, medyanın kırmızı reçeteye bile gerek duymadan paylaştığı haberler ile günümüzde bu bağımlılık yaratan etkenlerini ele alan sergisinin başlığıdır.
2 ‘’Komplo teorileri geçmişi anlamaya, hatırlamaya ve düşünmeye mahal vermeden ikna olunacak hedefler gösterme pratiğidir, bir yönüyle bellek politikasıdır.’’ Tangün, Y. A. & Parlak, İ. (2020). Politik Söylemin ‘Komplo Teorisi’ Formu’na Özdeş Sınırları: Kanaat Teknisyeni, Habitus ve İktidar Stratejileri. Mülkiye Dergisi, 44 (2), 287- 320. Alındığı yer; https://dergipark.org.tr/tr/pub/mulkiye/issue/57500/816004
3 Guy Debord, Gösteri Toplumu, çev. Ayşen Ekmekçi ve Okşan Taşkent (İstanbul: Ayrıntı, 1996), s.13.
4 Jovan Byford (2011), Conspiracy Theories: A Critical Introduction. London: Palgrave Macmillan, s.20.
Sergi kredisi: Alpin Arda Bağcık, Paranois Fanteziler, Sahici Entrikalar, Zilberman, İstanbul, 2022 Fotoğraf kredisi: Kayhan Kaygusuz Daha fazla bilgi için; https://www.zilbermangallery.com/Paranoid-Fantasies-Real-Plots-e306.htm Bu giriş yazısı serginin basılı yayını olan kataloğunda Zilberman tarafından, Nisan 2022’de basılmıştır.