Ali Kotan ‘Savrulan Sessizlik’ sergisinde ülkenin politik ve sosyolojik alanlarında özgürlüklerin ve düşlerin sessizleşmesini konu alıyor ve bu sessizliğin kendinde yarattığı dürtüsel izlenimleri resmine aktarıyor. Sanatçı önceki serilerinde bulunan kaotik formlardan, ekspresyonist ve figüratif çalışmalardan, sakin ve yumuşak lekelere bir geçiş yapıyor. Sık sık politik durumların yarattığı karanlığı resmine taşıyan Kotan’ın, karanlığı bu kez ‘beyaz’ bir seride vücut buluyor. Kotan sanatında; iktidar, cinsellik, güç, popülizm, tüketim, kronikleşen toplum dürtüleri ve üretimle ilgili duyduğu kaygılardan beslenir. Sistemlerin ve piyasaların insanı değiştirmesi ve sonucunda yitirilen dirence dair duyduğu tepkiyi izleyiciyle paylaşır.
MELİS GOLAR: Yıllardır Ankara’da sanat üretiminize devam ediyorsunuz. Ankara’ya mahsus, şehrin kimi zaman içine çeken kimi zamansa yabancılık uyandıran hali sizi ve eserlerinizi nasıl etkiliyor ?
ALİ KOTAN: Sanat üretmenin bireysel davranış bütünlüğünün dışında, kentlerin bu sürece katkısı, kuşkusuz oldukça değerli. Yaşayan kentlerin organizmasının sürekli yenilendiği, çeşitlendiği bir zeminde; kişi yaşamın zenginliğini daha bir kavrama sürecine girer. Geçmişin sıcak ve üretken gelişiminde Ankara, doyurucu görsel ve yaşamsal ilişkilerdeki tatmin edici varlığını günümüzde azda olsa yitirirken, değerliliğini sürdüren, yaşamaya çalışan, renklendiren zeminler dışında kuru, karanlık, içine dönük bir atmosfer sunuyor. Bunun “bize” yansıması ise ironik bir şekilde içe dönük de olsa, kendimizi zenginleştirerek var olma ve direnme sürecini korumaktır.
M.G.: Peki, Ankara sanat piyasasını takip ediyor musunuz? Genç sanatçıları ve üretimlerini nasıl buluyorsunuz?
A.K. : Önemli kurumların Ankara’dan çekildiği ve sanatla bütünleşen kesiminin kısmen de olsa politik zorlamalarla kenti terk ettiği bir ortamda, piyasayı belirleyen zemin zayıflar ve bu zayıflık üreteni de etkiler. Gündelik piyasadan olabildiğince uzakta olmanın “ÖZGÜRLÜGÜNÜ” yıllardır tadıyorum. Bu ortamda gençlerin özgür ve sorgulayan yeninin peşine düşmeleri, etkili gösterimlerde bulunmaları ve savunmaları belki de Ankara’yı saran sisin içinde en aydınlık taraf benim için.
M.G. : ‘Savrulan Sessizlik’ sergi ismi oldukça çarpıcı. Siz etrafına duyarlı, sosyal ve politik durumları takip eden, bu durumların oluşturduğu içsel kaygıları bünyesinde barındıran ve onu tuvale aktaran bir sanatçısınız. Bu serginin uzantıları, geçmişle bugünü arasında sizde bıraktığı izler nedir? Anışı, sergilenişi kısaca eserlerinizle geçirdiğiniz süreçten bahseder misiniz?
A.K. : Sanatçının duyarsız ve edilgen olmayan yürüyüşü, bana her zaman acı vermiştir. ‘Ne yapılabilir?’ denkleminin tek çözümü vardır: Özgürlükleri savunmak. Söz söyleme edilgenliği, sanatın özgürlük alanıdır. Karanlığın gizlendiği ininden aydınlıkta “hayat” bulması, kendi serüvenimi daha anlamlı kılıyor. Geçmişin sessizlik içinde kendine yer bulduğu ve tırmalamalarını aralıksız sürdüren, gittikçe gün yüzüne çıkmayı bekleyen bir gerçekliğe dönüşmesi, serginin “SAVRULAN SESSİZLİK” anlamına bürünmesini doğurdu. Katman katman istiflediğim yaşanmışlıkların ve
anıların yüzeyi işgali söz konusu olduğunda, beyaz ligin içerisinden sıyrılan, sözünü söyleyen, bağırmayan tedirgin edeceğini bilerek resmin içerisinde yer edinen bir savrulmaya dönüştü.
M.G. : Bazı gerçekliklerin gizlendiği hayali bir yerlerde dolaşırken keskin şekilde de şiddeti hissediyorum resimlerinizde. Karşıtlık ve ikilemlerin hem resimlerinizde hem de yazılarınızda çekici bir uyumluluğu var. Bu sergide ise aydınlık ve ferahlık duygusu veren ‘beyazın’ varlığı baskın. Karşıtlıklar yaratma hali, bu sefer beyazda nasıl bir yer buluyor?
A.K. : Günümüzün ve geçmişin bizde bıraktığı ‘karşıtlık ve ikilemlerin’ gittikçe ifade edebilme özgürlüğünün zorlaştığı bir dönemden geçiyoruz. “Şiddet” ve çığlık benim derinlerimde gizini koruyan, dışarıya karşı bir sanatçının kendini sakladığı karanlıktan çıkabilen iki görsel biçim. Zamanla, sadeleşmemeyle çığlığın sessizliğini birlikte yaşıyorum. İlgilenen, saran, sorgulayan gerektiğinde uysallaşan çabamın görsel bütünlüğe erişmesi, aydınlık ve ferah biçimlerin kendince var olmaya başlaması,
gerginliğin beyaz içinde saklanıyor olması geldiğim “geçici” bir NOKTA.
M.G. : Günümüzde giderek etrafımızı önemsememe durumu veya yapay tepki hali sanata ve sanatçıya sizce nasıl etki ediyor? Sanat piyasasının isteklerine ayak uydurmak sanatçıyı gerçeklikten koparıp tepki duyma şeklini sessizleştiriyor mu?
A.K. : Önemsememe ve yapay tepkisellik hali yalnızca sanatın ve sanatçının içinde olduğu bir boşluk değil. Toplumu da sarıp sarmalayan bir karanlık yumak. Tabi ki sanatın muhalif yönü sevdirmek, beğendirmek kaygısından uzak, sarsmak ve meraklandırmak. Çağdaş sanatın günü yakalayan sesi
çığlığa dönüştüğünde, bu yumak çözülerek aydınlanabilme umudunu korur. Sanatçının yalnızca biçim seviciliğine dönüşmesi, düşünce ve akıldan uzak bir yaşama kapı açması, piyasanın istek ve ucuzluğunu besleyen suni bir sanatçı topluluğuna dönüşmesi ‘umursamazlığı’ da tehlikeli bir boyuta yükseltiyor.
Detaylı bilgi için; https://galerisiyahbeyaz.com/tr/gecmis/galeri-siyah-beyaz/2016-2017/savrulan-sessizlik