Eserlerinde özellikle zaman, geçmiş, yokluk, yalnızlık ve bilinçaltı gibi konuları ele alan Murathan Özbek; ‘Siyah Beyaz’ sergisi ile yine insanın iç dünyasına doğru bir yolculuk yapıyor. Modellerini içinde bulundukları ruh halleri ve karakterleriyle bir bütün halinde izleyen sanatçı, soyut hisleri fotoğrafla somutlaştırıyor. Özbek modellerini farklı mekanların, özellikle de doğanın büyüleyici atmosferiyle bütünleştiriyor. Yönetmen kimliğinin de izlenebileceği fotoğraflarında Özbek, kullandığı mekan, ışık ve kontrastları insana dair karmaşık ruh halleri ile özdeşik hale getirerek sunuyor ve modellerinin dünyasından, izleyicinin hayal dünyasına bir geçit açıyor.
MELİS GOLAR : Şu ana kadar açmış olduğunuz sergilerde insana dair temel hisleri ve anları ele aldınız. ‘An’ sergisi ile zamanın yaşattığı yokluk hissini, ‘İn’ sergisi ile de insanların dış dünyaya ördüğü kabuğun içini deşifre ettiniz. Galeri Siyah Beyaz’da gerçekleşecek ilk, sizin ise 4. solo serginiz olan ‘Siyah Beyaz’ sergisinden bahsedebilir misiniz?
MURATHAN ÖZBEK : ‘Siyah Beyaz’, aslında insanların yakından çekilmediği bir portre serisi. İnsanların içinde bulundukları bir ruh hali gibi her bir fotoğraf. Etrafa bakınca bize bir suyun, bir ovanın ya da bir dağın söylediği bir şeyler var. Işığın nereden geldiğinden, yolların nerede bittiğinden, ormanların sakinliğinin içimizde bir şeyi ya da bir yeri anlatabilmek gibi bir rol üstlenebilmesinden faydalanıyorum. Dünyadaki şeylerin bir metafora dönüşerek insanı anlatmada bana zemin yaratmasından yani. Sinema ve fotoğraf serüvenimin ana kaynakları var bu sergide.
M.G. : Yönetmen kimliğinizin sizi fotoğraflarınızda kurgusallığa yönlendirmiş olduğunu görüyorum. Bir röportajınızda “Kurgusal fotoğraf insanın kendi içindeki dünyayı araması olabilir.” diyorsunuz. Fotoğraf çekmek sizin için günlük hayatınıza da aktardığınız bir pratik mi? Yoksa yalnızca anları hafızanızda mı fotoğraflıyorsunuz?
M.Ö. : Fotoğraf çekmeye başladığım zamanlarda ne yapmaya çalıştığımı anlatabilmek için biraz daha belirgin bir türün peşindeydim. “Kurgusal” ya da “belgesel” diye ayırıyordum fotoğraf çekme eylemini. Şimdilerde bu kadar keskin bir ayrım yapma ihtiyacı duymuyorum. Benim hayatımda iyi tanıdığım, uzun zamanlar geçirdiğim, izlediğim ya da dinlediğim bir kişinin benim tarafımdan çekilmiş fotoğrafı içerdiği anlam açısından kurgusal değil ama bu fotoğrafı çekmek için hazırladığım zemin ya da kurduğum sete bakarsak kurgusal bir sürece dönüşüyor. Fotoğrafın taşıdığı gerçeklikle ilgileniyorum, şiir ya da roman nasıl yapıyorsa fotoğrafla aynı şeyi yapmaya çalışıyorum. Sinema serüvenimle fotoğraf da işte burada kesişiyor. Bir şeyi anlatmak için gerekli malzemeyi topluyorum. Belgesel fotoğrafla benim “kurgusal” diye tanımladığım fotoğraf bu bağlamda birbirine çok benziyor. Ayrıca fotoğraf göstermenin güçlü bir yolu. Mesela mutsuz bir insanın kendisini mutlu fotoğraflaması da kurgusal değil mi? Bugün belki de kurgusal fotoğraf anlamında altın çağ yaşanıyor.
M.G. : Fotoğraflarınızda mekan ve alan kurguları her zaman ön planda. Bu sergide insanları doğa ve ıssız mekanlarla betimlediğiniz bir seri ile karşı karşıyayız. Fotoğraflarınızda yolculuk ve mekan keşifleri ile olan maceranızdan biraz bahsedebilir misiniz?
M.Ö. : Mekan fotoğrafın tabanıdır. Mesela öyküde anlatım, daha mekan belirtilmeden de başlayabilir. Fotoğrafta konu mekandan kopamaz, hatta bazen mekanın kendisi konudur. Bu sergiyi ve bu tarz çalışmalarımı düşündüğüm zaman görüyorum ki mekan benim için karakterlerin omurgası gibi. Bir mekan bazen karakterin ta kendisi. Mekan keşfi ve yolculuk konusunda ise hep arayış içerisindeyim. Her nehir başka akıyor.
M.G. : Önceki çalışmalarınızda renk ve ışık seçimleriniz oldukça çarpıcı. Bu seri modellerinizin içsel dünyalarına da referanslar veriyor ve siyah beyaz şekilde beliriyor. Siyah beyaz seçimi nasıl oluştu?
M.Ö. : ‘Siyah Beyaz’ ismi sadece sergideki fotoğrafların siyah beyaz oluşundan kaynaklanmıyor. Bu benim Galeri Siyah Beyaz’daki ilk solo sergim ve sergiyi bu galerinin kurucusu Faruk Sade’ye ithaf ediyorum. Hem benim için yeni bir yolculuk hem de üyesi olduğum bu aileye bir saygı duruşu niteliğinde. Renklere gelince de ben nedense hayatımda fazla olan şeyleri ara ara azaltma ihtiyacı hissediyorum. Bu dönem çok renkli bir film çektim. Renkten renge koşuyoruz filmde, şimdi ise rengi çektim fotoğraflardan. Herhangi bir renk olmaması, renklerin oluşturacağı metaforik anlatımları da uzaklaştırmış vaziyette. Karakter ve mekandayız. Onlar bize ne söylerse o.
M.G. : ‘Bitmiş Aşklar Müzesi’ isimli yeni bir kısa filmi henüz bitirdiniz. Bu filmde ve önceki çalışmalarınızda yer alan modelleriniz bu sergideki fotoğraflarınızda da yer alıyor. Siz modellerinize dair gözlemlerinizi bir şekilde devam ettiriyorsunuz. Bu manada mekan ve model keşifleriniz tesadüfi değil. İşlerinizde bulunan bu psikolojik düzlem hakkında neler söylersiniz?
M.Ö. : Sinemada “casting” dediğimiz kavramı düşünelim. Tip ve yetenek açısından sizin yazdığınız karaktere uygun birini ararsınız. Benim fotoğrafta yaptığım şey ise “casting” olmuyor bu anlamda. Tanıdık, ben de iz bırakmış, aramızda bir yakınlık olan, hayatta bazı soruları yöneltmiş olduğum kişilere yaklaşıyorum fotoğraf çekerken. Aslında onlar üzerinden kendime yaklaşıyorum. Bir yandan da biliyorum ki uzaktaki insan, yakındaki insandan daha ilginç değil. Her insan ona bakışınıza göre derinleşir çünkü. Siz ona baktıkça o genişler. Belki yakınımdakiler üzerinden kendimi fotoğrafa aktarmamın güçlü bir yanı da var. Onları bir günde fotoğraflamış olmuyorum, uzun bir zamanın etkisinde ortaya çıkıyor fotoğraflar. Beraber keşfetmek ise benim için hayattaki en güzel şeylerin başında gelir. Birlikte aramak, birlikte sormak ve birlikte bulmak. Hayatımla ürettiklerim arasında oluşan bu bağ benim üretimimin omurgası gibi sanki.
M.G. : Sinema ile fotoğraf birbirini besleyen iki güçlü dal. Bu iki düzlem sizin için hangi anlarda bütünleşiyor ve hangi anlamda ayrılıyor?
M.Ö. : Benim sinemamla benim fotoğrafım arasındaki bağı ben de yeni gözlemlemeye başladım. Gerçi şu anda ‘benim sinemam’ diye bir şeyden bahsetmek belki zor ama bir dilin peşindeyim. O dili aramaya başladığım bu ilk filmle beraber fotoğraftan oraya ne taşıdığımı da görebiliyorum. Bunu kendi deneyimim üzerinden anlamak çok daha başka oldu. Herkesin başka bir haritası var sonuçta, bu haritayı herkes kendi çizer. Ve her yönetmen fotoğraf çekerek başlamaz sinema yapmaya. Fotoğraf ve sinemayı ana ifade biçimleri olarak belirlemiş her yönetmen için ise bu ikisinin bağı daima farklıdır birbirlerinden. Fotoğrafla sinema arasında en temel farkı düşündüm. Fotoğrafın kendisi bir bütündür ama sinemada fotoğraf sadece bütünün bir parçası. Sinema akışı oluşturma sanatı, bu anlamda fotoğraftan ciddi bir şekilde ayrılır. İyi fotoğraf çeken iyi sinema yapabilir gibi bir düşünceyle karşılaşıyorum zaman zaman. Buna katılmıyorum.
M.G. : Fotoğraf sanatında dünyada bütün tekniklerin zorlandığı bir dönemdeyiz. Boyut bunlardan önemli sayılabilecek bir kategori. Sizce anlatımınızı yansıtması açısından kağıdın boyutu ne kadar önemlidir?
M.Ö. : Kağıdın boyutu tabii ki fotoğrafın gücünü etkileyen faktörlerden biri. Fotoğrafı bir galerinin duvarında ne boyutta gördüğünüz sizin o fotoğrafla ilişkinizi etkiler çünkü. Ama bu sunumla alakalı bir durum. Ben fotoğraf çekerken sonunda fotoğrafın sergileneceği boyutu hiç düşünmem. Bu benim için sonraki aşamalarıdır.
M.G. : Şu anda ülkemizde veya dünyada sanat ortamında tartışmalı olarak gördüğünüz veya sanat politikası olarak ilerleme olarak takip ettiğiniz olumlu bir karar veya olay var mı sizin için? Sizce bu gün bahsedeceğiniz bu durumun yaşanmasının sebepleri nelerdir? Türkiye vereceğiniz örnek açısından nerede duruyor? Bizi düşünmeye itecek ne gibi konular vardır?
M.Ö. : Türkiye’de ilerici bir sanat politikasını bırakın bu anlamda bir hedeften bahsetmek mümkün değil. Sanatın toplum için değeri sanatçıların göreceği desteği de etkiliyor, sanatçıyı en çok toplum destekler çünkü. Sanat, Türkiye’de ‘olmasa da olur’ listesinde. Yani çoğunluk için böyle. Sanatçı olmayı meslek olarak göremeyen bir toplumda insanların bireysel çabaları dışında kolektif bir bilinç de oluşmuyor. Sanatçıların sayısıyla alakalı bir durum da değil bu, toplumun sanatı ne kadar önemsediğiyle alakalı. Sanat kurumlarına büyük iş düşüyor ama onlar da sıklıkla engellerle karşılaşıyor. Neyse her şeye rağmen biz yine de üretmeye devam edelim. Her ne olursa olsun, hiç durmadan.
Detaylı bilgi için; https://galerisiyahbeyaz.com/tr/gecmis/galeri-siyah-beyaz/2016-2017/murathan-ozbek-sergisi